25 Eylül 2016 Pazar

Vietnam

Şimdi, Hanoi'den Phnom Penh'e gitmek üzere uçağa bindim…

Bu şekilde başlamıştım yazmaya ama çok erken olduğu için, biraz da yorgunluktan uçakta uyuyakaldım. Ancak şimdi yazmaya devam edebiliyorum. Aynı günün geç saatleri… Şimdi de Phnom Penh'den Vientiane'e uçuyoruz.

Vietnam, diğer Asya ülkeleri gibi uzun yıllar sömürülmüş, daha sonra sosyalizm adı altında bir rejim ile ezilmiş, fakir ama insanların çok mutlu ve sakin yaşadığı bir ülke. Biz gelmeden birkaç hafta önce TET yada Tết Nguyên Đán bayramı, yani onların yılbaşı kutlamaları olduğu için Hanoi’nin her yerinde hala rengarenk çiçekler bulunuyordu.

Caddeler, motosikletler ile dolu, trafik çok düzensiz akıyor. İlk etapta karşıdan karşıya geçmek imkansız diye görünse de, sakin hareketler ile ancak kesinlikle ani hareket yapmadan çok kolaylıkla karşıdan karşıya geçilebiliyor. Motosiklet kullananlar, oldukça usta bir şekilde etrafınızdan dolanıp geçebiliyor. Kazalar ise sadece ani veya kararsız hareketler nedeniyle oluyor.


Hanoi, Vietnam'ın başkenti. Sanıyorum en büyük kenti Ho Chi Min City yani Saygon kadar kozmopolit ve gelişmiş değil ama yine de güzel bir başkent. Kelime anlamı, iki nehir arasında... Şehirde çok sayıda göl var ve buranın insanları göllere o kadar çok alışmışlar ki Büyükelçiliğimizde çalışan, buralı bir kadın Hanoi'den ayrıldığında en çok gölleri özlediğini ve onlarsız yapamayacağını söylüyor. Balık tutma, Hanoililerin en sevdiği faaliyetlerden. Hatta bazıları balık tutmanın, bir çeşit meditasyon olduğunu düşünüyor.

İnsanların evde yemek yeme alışkanlığı, neredeyse hiç yok. Her sokakta birkaç tane küçük büfe ve yine küçük sandalyeler ile masalardan ibaret lokantalar var. Burada bol sebzeli, pirinç makarnası yani noodle çorbası yiyorlar. Pirinç yufkasına, çeşitli malzemelerin sarıldığı ve çiğ yada kızartılarak tüketilen spring roll'lar da en çok yenen geleneksel yemeklerinden. Tatlı alışkanlıkları ise yok. Taze sebze ve meyveyi bol tüketiyorlar. Mango, ananas, passion fruit ve dragon fruit ise en çok yenen meyveler. Öğle saatleri ve akşam iş çıkışlarında sokaklar küçük taburelerde yemek yiyen insanlar ile dolup taşıyor.


Vietnamlılar genellikle zayıf ve kısa boylular. Büyük beden elbise ve büyük numara ayakkabı bulmak çok zor... Hanoi’de birbirinden güzel tasarımların satıldığı, çok sayıda butik var. Hiçbir yerde görmediğim tarzda desenler, renkler, su gibi akan ipekler ve doğallığın simgesi keten ve diğer kumaşların ve tasarımların yer aldığı bu butikleri, galeri gezer gibi gezdim. Fiyatlar, geniş bir aralıkta değişiyor. 

2004 yılında İspanyol asıllı bir çiftin, Vietnamlı tasarımcıları bir atölyede buluşturması ile doğan Chula markası, Hanoi merkezli moda atölyelerinden biri. 60’tan fazla çalışanı olan bu şirket, sosyal girişimciliğe mükemmel bir örnek... Chula ekibinin %80’ini Chula’daki işleri ile birlikte ilk kez tekstilde çalışmaya başlıyor, yani Chula onlar için bir okul. Çalışanların %75’inin fiziksel bir engeli var ama onların da dediği gibi “dünyanın en güzel yeteneklerinin ve hayat enerjisinin %100’üne sahipler”. Do Manh Cuong de Hanoi’nin en sevilen tasarımcılarından biri. İsveç’teki Lund Üniversitesi işbirliği ile hayata geçirilen Hanoi Design Centre’da da ev tekstilinden, takıya, spa ürünlerinden çanta ve fularlara kadar çeşitli tasarım ürünleri görülebilir, satın alınabilir. 

Vietnam, dünyanın en çok kahve üreten ve ihraç eden ülkelerinden... Çoğunlukla Arabica’ya göre daha düşük kaliteli olan robusta cinsi kahve üretiliyor. Kahve üretiminin, Vietnam Savaşı sırasında maruz kalınan portakal gazı nedeniyle ormanların yok olmasıyla açılan geniş alanlarda kahve üretiminin teşvik edilmesi ile arttığı söyleniyor. Dünyanın en kaliteli kahvelerinden olan ve bir kedi türünün çekirdekleri yutması ve sonrasında dışkısından kahve çekirdeklerinin ayıklanması ile elde edilen kopi luwak kahvesi burada da üretiliyor. En önemli içeceklerden biri de lotus çayı. Ayrıca lotus bu ülkenin simgesi gibi, her yerde bu çiçeğin rengârenk resimleri bulunuyor.
Hanoi’nin ortasında yer alan büyükçe bir gölün çevresinde, toplam 36 sokak bulunuyor. Bu sokakların her biri ise bir ürünü simgeliyor ve bir sokaktaki tüm dükkanlarda bu ürün satılıyor. Mesela Hang Dao yani çiçek sokağında sadece çiçekler satılıyor. İpek sokağı, kumaş sokağı bu sokaklardan bazıları…Bu sistem eskiden ticareti canlandırmak için kurulmuş ama hala da sürdürülüyor.

Vietnam'a ilk geldiğimiz gün, otelin yakınındaki bir yerel restorana gittik. Ben haşlanmış sebze ve balık yedim. Hemen yanımızda kurbağa bacağı kızartıyorlardı. Yemek konusunda problem yaşamadım. Balık ve deniz ürünleri olduğu için her zaman yiyecek bir şey bulabiliyoruz. Yemeklerinde mutlaka balık sosu kullanıyorlar. Balık sosunu ise balıkları günlerce fıçılarda sirke ile bekletip, çürüterek elde ediyorlar. İlk başta tadı garip geldi ama sonra alıştım. Özellikle gittiğimiz bir restoranda çok lezzetli spring roll'ları bu sosa batırıp batırıp yedim.

Vietnam’ın sömürge yılları, 1859’da Saygon’un Fransız güçlerinin eline geçmesiyle başlıyor. Fransa, 1887’de ise Vietnam, Laos ve Kamboçya ülkelerini Hindiçini altında topluyor. Sömürge dönemi, 1930 yılında, gençliği boyunca dünyayı dolaşan, Paris’te yaşadığı sürece Fransız Komünist Partisi’nde yer alan ve sonra da Vietnam’a dönen Ho Chi Minh tarafından Komünist Partisinin kurulması ve partinin 1945’te, 2. Dünya savaşında Japonların yenilmesiyle oluşan boşluktan yararlanarak ülkenin kuzeyinin hâkimiyetini eline geçirmesi ile son buluyor. Fransızlar ise güneyde kalıyor. Bu bölünme, yıllar sonra Vietnam Savaşı’na neden oluyor. Vietnam, komünist rejim boyunca Rusya ve Çin'in de etkisinde kalıyor. Sonra da Amerika’nın komünizm tehlikesine karşı başlattığı, 10 yıl süren ve binlerce cana mal olan Vietnam Savaşı yaşanıyor.


Vietnamlılar, bu savaştan çok zarar görmelerine rağmen Amerikalıları affetmişler. Bu affın arkasında Çin'e karşı olan korkuları da olabilir. Amerika'yı bir dost ve koruyucu olarak görüyorlar. Ancak savaş sırasında gerillaların sık ormanlara saklanmasını önlemek ve ağaçları yok etmek için atılan portakal gazı nedeniyle her 9 çocuktan birinin doğuştan kalp rahatsızlığı olduğu söyleniyor. Çin ile ise ilişkiler çok iyi değil. Offshore petrol kaynaklarını paylaşamadıkları için araları bozuk. Öte yandan, şu anki fakirliklerinin en büyük nedenlerinden biri de Fransa'nın ülkedeki sömürüsü. Uzun yıllar insanları sadece karın tokluğuna tarlalarda çalıştırmışlar, ürünlerini ellerinden almışlar. Asya insanları hakikaten çok çekmiş. Yine de mutlular ve kalenderler. Ayrıca çok da sakinler. O kadar sıkışık trafikte bile kimse sesini çıkarmıyor.

Vietnam ile ilgili beni en çok etkileyen şeylerden biri de kralın döneminde, her seviyeden ailelerin çocuklarının belli bir sınava tabi tutularak, okullara yerleştirilmesi oldu. Yani şartların eşit olduğunu var sayarsak bir çeşit meritrokrasi hâkimmiş.


Belki komünizm döneminden kalan, belki de kraliyet zamanındaki meritrokrasi alışkanlığından süregelen, özellikle çocukların şartlarının iyileştirilmesi, eşit şartların mümkün kılınması toplumda da hissedilen bir gelenek. Asya ülkelerinin en büyük derdi olan hızlı zenginleşme ve fakirleşme ile toplumsal uçurumların oluşmasına engel olunamasa da yine de güzel ve iç ferahlatan sosyal projeler hayata geçirilmiş. Bir tanesi, Know One Teach One yani KOTO… Vietnamlı Jimmy Pham’ın başlattığı KOTO ile sokak çocukları ile dezavantajlı ailelerin çocukları yiyecek içecek sektörü için yetiştiriliyor ve kısa süre sonra Hanoi ve Ho Chi Min City’de bulunan KOTO restoranlarında istihdam ediliyor. 

Sözün kısası, Vietnam güzel, görülesi bir yer...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder