15 Eylül 2016 Perşembe

Budapeşte

Budapeşte'den Prag'a giden trendeyiz. 2007 yılında, interrail sırasında, vizemizin Çek Cumhuriyeti’nde geçmediğinin son anda farkına varıp, Avusturya-Çek sınırında ıssız bir kasabada trenden indirilişimizden beri ilk kez Prag'a gitmeyi başarıyoruz. Yine trendeyiz. Koca vagonda çok sesli nefes alan, muhtemelen koah hastası, yaşlı bir amcayla biz varız. Eski bir tren… Neyse ki yanımıza atıştırmalık bir şeyler ile su almıştık. Visegrad'dan yeni geçtik. Birazdan Slovakya sınırına gireceğiz. Sırasıyla Bratislava ve Bryno'dan geçeceğiz. Öğlen Prag'ta olacağız. Tren bizi Prag'ta bıraktıktan sonra Berlin'den geçerek Hamburg'a kadar gidecek. Yolculuğumuz yaklaşık 7 saat sürecek. 

Budapeşte, Tuna nehrinin ikiye ayırdığı eski kent Buda ve yeni kent Peşte'den oluşuyor. Biz Peşte tarafında Deak Ferenc merkez metro durağına ve Yahudi mahallesine çok yakın bir yerde konakladık. 3 bloklu çok sayıda daire ve odanın bulunduğu bu kompleks, kısa ve daha uzun süreli konaklayan yabancı turistleri barındırıyor. İzmir'den sabah 6 uçağı ile yola çıktığımız için biraz yorgun ve uykusuzduk. Otele yerleştikten sonra biraz dinlendik ve her tatilimize damgasını vuran, ölümcül yürüyüşlere başladık. Bize çok yakın olan Andrassy Bulvarı boyunca yürüdük. 

2002 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil olan Andrassy Bulvarı, 1872’lerde inşa edilen, eski binaların, devasa konakların, Opera Binası gibi Budapeşte’nin önemli binalarının yer aldığı, insanda açık hava müzesi hissi yaratan, iki tarafı yüksek ağaçlar ile kaplı tarihi bir cadde. İlkbaharda yemyeşil olacağını tahmin ettiğimiz bu ağaçların altında, havanın soğukluğuna rağmen yürümek, çok keyifli ve huzur verici. 1950’lerde, Sovyetler Birliği işgali sırasında, caddenin adı Stalin Caddesi olarak anılmış, 1990’larda caddenin ismi, tekrar Andrassy olarak değişmiş. Cadde boyunca yürürken, Otragon meydanını, Naziler zamanında karargâh olarak kullanılan, çok sayıda Yahudi’nin hayatını kaybettiği, sonra da Komünizmin karargâhı olan Terror binasını gördük.

Budapeşte’de kaldığımız sürece, bizim kültürümüze oldukça yakın, çok lezzetli yiyecekler denedik. En ünlü Macar yemeği Goulash, mutlaka denenmeli. Dana eti, patates ve çeşitli sebzeler ile hazırlanan bu çorba, soğuk bir dönemde orada bulunan bizler için hem çok lezzetliydi, hem de biraz olsun içimizi ısıttı. Tabak şeklinde hazırlanan, üzerine kaymak ve peynir konarak servis edilen kızartılmış hamurlu yiyecek Langos ise, özellikle sokak satıcılarından alındığında, çok nefis. Ve geldik, en güzeline… Adeta tüm Budapeşte sokaklarını nefis yanık şeker ve tarçın kokusuyla dolduran, kömür ateşinde pişen kürtoskalacs veya makara tatlısı. 

Kürtoskalacs
Şehri saran lezzetli yiyecek kokularına, ellerinde biralar ile sokakları dolduran bol kahkahalı genç insanlara ve sık sık rastlanan pedal barlara rağmen, şehrin damarlarına işlemiş bir hüzün ve gotik mimarinin de etkisiyle insanı boğmayan ama dinginleştiren bir kasvet ve azıcık melankoli de hissediliyor. Biz bu hüznü ve ancak acının olgunlaştırdığı varlıklara mahsus bu çeşit dinginliği, Macaristan’ın 2. Dünya savaşında, faşizmin en çok can aldığı yerlerden biri olmasına bağladık. O sırada Macaristan’da yaşayan 800 bin Yahudi’nin 424 bininin 145’den fazla trene bindirilerek, Auschwitz toplama kampına gönderildiği, toplam 565 bin Yahudi’nin hayatını kaybettiği söyleniyor.

Budapeşte’de Dohany Sokağı’nda bulunan, Büyük Sinagog veya Dohany Sokağı Sinagog’u, bahçesindeki soykırımı simgeleyen anıt ve içindeki Yahudi Müzesi ile ülkedeki Yahudi cemaati, soykırım ve Yahudiliğin bir mezhebi olan Neolog (Yeni Kelime) Yahudiliği hakkında en iyi bilgi alınabilecek yer.

Ağlayan Söğüt, Büyük Sinagog Soykırım Anıtı
Neolog Yahudilik, 1800’lü yılların sonunda, Macaristan’da çıkan, daha ılımlı fikirleriyle Ortodoks Yahudilikten ayrılan bir reform hareketi. Avrupa’nın en büyük, dünyanın 2. En büyük Sinagogu olan Büyük Sinagog, Neolog Yahudiliğin de merkezi. 1859 yılında yapımı tamamlan sinagog, 2. Dünya savaşında ve Komünizm döneminde zarar gördüğü için, o sırada ABD’de yaşayan, dünya kozmetik devlerinden, Macar asıllı Yahudi Estée Lauder’in 5 milyon dolarlık yardımı ile onarılıyor, 1996 yılında bir müze ve soykırım anıtı ile kapılarını tekrar açabiliyor. 

Sinagog’un bahçesinde, Macar sanatçı Imre Varga tarafından yapılan, ağlayan söğüt heykeli bulunur. Söğüt ağacının her yaprağında, soykırım sırasında hayatını kaybedenlerin isimleri yazar.


Macaristan denince aklımıza ülke nüfusunun yaklaşık %8’ini oluşturan Romanlar ve Çigan olarak bilinen hareketli, çok sesli, Macar Romanlarının müziği gelir. Küçüklüğümde evde bir kaseti bulunan ve evimizde sık sık dinlenen, mutluluk veren Çigan müziği, Budapeşte Çigan Senfoni Orkestrası’nın kurulmasıyla Macaristan’da kurumsal bir kimliğe kavuşuyor. Çigan Senfoni Orkestrası’nın kuruluş hikâyesi de kendisi gibi ilginç ve komik. 1984 yılında çok sevilen Çigan müzisyeni Sandor Jaroka ölür ve ülkenin dört bir yanından Çigan müzisyenleri cenazesinde bir araya gelerek, doğaçlama bir performans sergiler. Bu performans öyle güzel, öyle etkilidir ki dünyanın en farklı senfoni orkestrasının kurulmasına karar verilir. 


Budapeşte yazısını bitirmeden önce, tarihi Buda’da bulunan labirentten bahsetmeden edemeyeceğim. Eğer tarihi ve kasvetli binaları seviyorsanız, biraz korkmak, heyecanlanmak ve hayal gücünüzü hareketlendirmek isterseniz, Buda Kalesi’nin altında bulunan labirente girmenizi tavsiye ederim.



Mart 2014, Prag

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder