3 Eylül 2016 Cumartesi

Kiribati

Kiribati'de uçaktan inişimiz, havaalanına girişimiz ve havaalanından bavullarla çıkışımız hayatımın en büyük şaşkınlıklarından birini yaşattı bana. Havaalanı, küçücük, derme çatma bir kulübeden ibaret. Kontrol gişelerini de tahtalardan ve hasırlardan oluşturmuşlar. Yolcuların beklerken sıraya girmeleri için de yine tahta ve hasırlardan paneller yapmışlar. Bavulları alıp, dışarı çıktığımızda hemen taksi aradık ama ülkede taksi olmadığını kısa bir süre sonra anladık. 

Tarawa'nın Uçaktan Görüntüsü
Çok çok eski bir minibüs önümüzde durdu. Muavin olan kadın tüm valizlerimizi arabaya yükledi ve maceralı bir yolculuk başladı. Her yer çok tozlu, hava çok sıcaktı. Minibüs dolduğu halde, hala iki
Tarawa Uluslararası Havalimanı
adımda bir durmaya ve yeni bir yolcu almaya devam etti şoförümüz. İnsanlar, kucak kucağa oturmaya başladı. Ekibimizin bir üyesinin, pahalı takım elbiseleri içerisinde, şaşkın şaşkın çevreye bakışını hiç unutmayacağım. İnsanlar çok şişman, iri ve çıplak ayakla dolaşıyorlar. Çocuklar ise genellikle tamamen çıplak. Tüm bu karmaşa, toz ve kalabalık arasında minibüsümüzde, the Doors’un efsane şarkısı Come on baby light my fire çalıyordu. Biz de mecbur eşlik ettik :) 

Uzun bir yolculuktan sonra daha önceden rezervasyon yaptırdığımız otelimize geldik. Bu arada Avustralya dolarımız olmadığı için muavin bizden para almadı. Hayatımın en tuhaf yolculuğu, bana ikram edilmiş oldu.
Tarawa'da Bir Ev
Otelin girişinde çok keskin bir koku vardı. Yatakları dışarı çıkarmışlar. Kulübe gibi bir yerde resepsiyon yer alıyordu ve bize maalesef otelimiz kapalı dedi :) Otel, devletten özel sektöre devredilmiş. O gün ise devir günüymüş ancak henüz yeni sahipleri gelmemiş. Bizim rezervasyonumuzu yeni sahiplerine iletmişler. Yani otel kapalı!

Başka bir otel bulmamız konusunda bize yardım etmelerini rica ettik. Bir saate yakın kokular içerisinde bekledikten sonra bir arabayla iki genç kız bizi almaya geldi. Mary ve Reteta ile böylece tanıştık. Reteta, otelde resepsiyonist ama aynı zamanda şoförlük de yapıyor. Mary ise otelin sahiplerinin kızı. 
Utrerei Motel Çalışanları
Utirerei Motel, küçük ama diğer yerlere göre oldukça temiz ve çok da şirin. Kadınlar tarafından idare edilen bu otelde iki gün çok rahat ettik, bir önceki durağımızda geçirdiğimiz dev boyutlardaki hamam böcekli gecelerden sonra iyi uyuduk ve çoğunlukla ıstakoz ve ton balığı olmak üzere güzel yemekler yedik. Otelde başta Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Amerikalı ve Fijili olmak üzere yabancılar da vardı. 

Kiribati (okunuşu Kiribas), bir tarafı lagün ve diğer tarafı okyanus olan, kelimenin tam anlamıyla kumsala kurulmuş bir ülke ve Tarawa da başkenti. Mercan adaları, palmiye ağaçları, henüz büyük oteller ile bozulmamış doğası ile nefis manzaralar, insanı büyülüyor gerçekten. Yüzölçümü çok büyük olsa da aslında birbirinden uzak 33 adadan oluşuyor. Ülkenin sloganı, "Te Mauri, Te Raoi ao Te Tabomoa" yani “Sağlık, Barış ve Refah”. Polinezya ve Melanezyalıların yaşadığı bu ada takımları, ilk kez Batı’dan bir “misafiri” 1788 yılında Doğu Hindistan Şirketi’nin gemilerinden birinin kaptanı olan İngiliz Kaşif Thomas Gilbert oluyor. Zaten Kiribati, aynı zamanda Gilbert Adaları olarak da anılıyor. Kiribati, yeni güne ve dolayısıyla yeni yıla ilk giren ülke.


1943 Tarawa Çarpışmasından Kalan Bir Sığınak

Tarawa, II. Dünya Savaşı’nda Japonya ve Amerikalıların karşılaştığı ve savaşın en kanlı mücadelelerinden birinin gerçekleştiği yer. Çarpışma, 1916 yılından beri İngiliz sömürgesi olan ülkenin 1941 yılında Japonlar tarafından işgal edilmesinden 2 yıl sonra, 1943 yılında gerçekleşiyor. 76 saat süren bu kanlı karşılaşmada, 6.500 civarında Japon, Amerikalı ve Koreli hayatını yitirmiş. Zaten adanın belirli yerlerinde savaştan kalma sığınaklar ve toplar bulunuyor. 



     Öğle uykusunda bir domuz
Tarawa’da tek bir yol var ve bu yolun çok az kısmını, aslında sadece bakanlık binalarına ulaşan tarafını, Japonlar birkaç yıl önce asfaltlamış. Bu nedenle her yer çok tozlu. Havaalanının biraz ötesinde, bozuk bir yoldan gidip yolun bir kısmını da buraya özgü tekneyle geçerek, elektrik olmayan, insanların yine hasırlardan yapılmış çatılar altında, duvarları olmayan evlerde yaşadığı bir köye geldik. İnsanlar, burada geleneksel yöntemlerle yemek pişiriyor ve elektriksiz olarak yaşıyorlar. Sadece balık, diğer deniz ürünleri, hindistan cevizi ve pirinç yiyorlar. Her yerde domuzlar var. Bizim köpeklerimizi bağladığımız gibi, onlar da domuzlarını bağlıyorlar. Aileler, çatıdan ibaret evlerinin içinde hep birlikte yatıyorlar ve hatta sanırım bütün gün yatıyorlar. Bir ilkokul ve tabi ki aynı şekilde yapılmış bir kilise de var. 



Kiribati halkının büyük kısmı, diğer Pasifik Adalarında olduğu gibi çok bağnaz ve koyu Hıristiyan mezheplerine mensuplar. Methodistler, Mormonlar ve Seven Day Aventist başta olmak üzere çeşitli Hıristiyan tarikatlar, kendi cemaatlerini oluşturmuş ve her biri kiliselerinin çevresine yerleşmiş. Özellikle Mormonlar çok tutucu, çok kapalı giyiniyorlar ve kadınların hiçbir değeri yok. ABD, Avustralya ve bazı Avrupalı ülkeler, buranın toplumsal yapısını istediği gibi yeniden yaratmış. Onlara sorarsan da insan yiyen bir topluma medeniyeti getirdiklerini iddia ediyorlar. Evlerin arasında, sık sık yer alan büyük toplanma alanlarının çatıları, onları Tanrı'ya olan saygılarını göstermeye zorlamak amacıyla eğilmeleri için alçak yapılmış. Akşamları burada, genellikle Batılı ülkelerden gelmiş, tarikat rahipleri vaaz veriyorlar.


Tropik bölgelere özgü, palmiyeye benzeyen bir ağaç olan, Pasifik ülkelerinin şifa kaynağı pandenus ağacı burada da var. Meyvesi ile birlikte, ağaç köklerini de ilaç olarak kullanıyorlar. Kökleri ezip, hastalıklara karşı dirençli olsun diye yeni doğan bebeklere içiriyorlar. Yapraklarını, doğal diş macunu olarak kullanıyorlar. Ağrı kesici, ateş düşürücü, bağışıklık sistemini güçlendirici olarak, meyvesinden yararlanıyorlar. Hastanede eczane olmasına rağmen kimse ilaçlara güvenmiyor ve kendi ilaçlarını, hala kendileri yapıyorlar. Tüm Pasifik ada ülkelerinde, halk tarafından tüketilen, yatıştırıcı bir etkiye sahip kava bitkisi köklerinden elde edilen, içen insanı sakinleştiren kava içeceği burada da çok yaygın, kava barlara sık sık rastlamak mümkün.


Resmi görüşmeler için gittiğimiz bakanlıklar ise ayrı bir dünya. Çalışanlar yine yalın ayak, bakanlar sürekli toplantıda olduğu için (toplantı saatine göre ücret alıyorlarmış) ulaşılmaz, binalar, yine kumsala kurulmuş, az katlı barakalar gibi adeta. 

Doğayla iç içe, teknolojiden olabildiğince uzak, dünyanın en fakir ülkeleri arasında yer almasına ve en büyük geçim kaynaklarının uluslararası yardım fonları olmasına rağmen mutlu, kalender insanların yaşadığı bu ülkenin maalesef çok büyük bir derdi var: Küresel Isınma. “Küresel ısınma bizim sonumuz olacak ama hala ülkeler bunun farkında değil” diyorlar. Ülkenin 33 adasından çoğunun, 50 yıl içerisinde sular altına kalmasından endişe ediliyor. Bu durum, insanları ülkelerinden koparmaya ve başta Yeni Zelanda, Avustralya ve Fiji olmak üzere çevre ülkelere göç etmeye zorluyor. Kendi çaplarında bir şeyler de yapmaya çalışıyorlar. Yollarını ve evlerini sellerden koruyabilmek için kum torbaları veya duvarları kullanıyorlar. Ama çok zor.

Normalde yağışlı ve kuru olmak üzere iki mevsim yaşarlarken, şimdi ne zaman yağmur yağacağını kestiremiyorlar. Zaten medcezir nedeniyle su çekilme ve yükselme olayları yaşarlarken, bir de beklenmeyen yağmurların yol açtığı seller ve fırtına, onlar için ölümcül. Hindistan cevizi en önemli, aslında tek tarım ürünü ama küresel ısınma ile birlikte zaten az olan tarım alanları daha da azalıyor.

Kiribatili Çocuklar
Karbon ticaretinden bahsettiğimde ise onun da çözüm olmadığını büyük ülkelerin cezaları ödeyerek yine de sera gazı salınımlarını düşürmek için çaba sarf etmeyeceğini söylediler. Hem bu şekilde, kendilerini de aklamış olacaklar. Sonuçta ticaretin sürmesi için düşük sera gazı salınımı yapan ülkeler ile yüksek salınım gerçekleştiren ülkelere ihtiyaç olacak. 

Ülkede az sayıda süpermarket bulunuyor. Buralarda, Avustralya ve ABD menşeili ürünler satılıyor. Bu ürünlerin büyük kısmının son tüketim tarihi dolmak üzere.


Havaalanında, Tarawa'da konaklamamız süresince, elimiz kolumuz olan Reteta ile kucaklaştık, tekrar fazla bagaj ödememek için bir valizimizi, otelde tanıştığımız Nauru'ya giden Hint asıllı bir Fijiliye verdik ve uçağa bindik.

Haftada birkaç gün gelen uçak, halk için büyük bir eğlence


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder